''SİYASİ İKTİDAR BU KOŞULLARDA İHALE YAPAMAZ"

Sayın Başkan öncelikle 4-5 aydır hat daha uzun yıllardan beri Yatağanda verdiğiniz mücadeleden dolayı kutluyorum. Sizlerin bu mücadelenizle ilgili bu özelleştirme aşamasıyla ilgili birkaç soru sormak istiyorum. Öncelikle şunu...

''SİYASİ İKTİDAR BU KOŞULLARDA İHALE YAPAMAZ"

Sayın Başkan öncelikle 4-5 aydır hat daha uzun yıllardan beri Yatağanda verdiğiniz mücadeleden dolayı kutluyorum. Sizlerin bu mücadelenizle ilgili bu özelleştirme aşamasıyla ilgili birkaç soru sormak istiyorum. Öncelikle şunu sormak istiyorum, tüm kamuoyunun da bildiği gibi son dönemde enerji ve kömür işletmelerinde başlayan özelleştirmelere en tutarlı en girişimci ve tabanı en geniş direniş sizin tarafınızdan 4 aydır başarıyla yürümektedir. Bu sürecin özetini bize yapar mısınız?

Başkan: 2012’nin Temmuz ayında mecliste bir torba yasa ile maden yasasını değiştirdiler. Değiştirilen yasata göre madenlerin mülkiyetinin satışının önünü açtılar. 2000’li yıllarda da özelleştirme buralarda gündeme geldiğinde yer altı kaynakları kamu mülkiyeti sayıldığı için ancak iş yapma hakkı devri ile özelleştirme yapıyorlardı. Ancak yerli ve yabancı firmalar mülkiyet hakkının devlette kalmasını, istemedikleri için bu yeni yapılacak olan özelleştirmelerde ham madenin yani kömüründe mülkiyeti ile beraber santralla beraber satışını talep ediyorlardı. Hükümet’te  yerli ve yabancı firmaların bu talebi doğrultusunda maden yasasında değişiklik yaptı ve madenleri de santrallere bağlayarak bir bütün halinde satılmasının önünü açtı. Temmuz ayında biz yer altı kaynaklarımızın kamu eliyle işletilmesi esastır kanunlarda böyle demektedir, bu değişikliğe onay vermeyin diye Cumhurbaşkanımıza Muğla, Milas, Yatağan, Ören yani kömür havzalarının olduğu bütün sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler siyasi partiler kapsamını da içine alan imza metniyle Cumhurbaşkanımıza göndermiştik. Ancak maalesef Cumhurbaşkanı bu yasayı veto etmedi onayladı. Ondan sonra 16 bin megawatlık elektrik üretim gücü, yani Türkiye’nin kurulu gücünün 3’de 1’i özelleştirme kapsamına alındı. 9 portfeyt halinde de bunların satışı ilan edildi. İlk olarak da Hamitabat Termik Santrali satıldı. Hamitabat Termik Santrali neredeyse üstüne para verilerek satıldı.   105 milyon dolara satıldı. 105 milyon dolar, dolar 2 liradan diyelim 200 milyon TL diyelim. Hamitabat’ın zaten bir mazotu var 85 milyon TL alacağı vardı bir o kadarda kasasında parası vardı. 700 dönümde arazisi vardı. Deyim yerindeyse tamamen peşkeş çekildi. Sonra Kangal Termik Santrali satıldı. En sonunda da Kütahya Seyit Ömer Termik Santrali satıldı. Kömür ocağı tüm havzaları ile beraber termik santrale bağlandı daha sonrada topyekûn satıldı. Tabi sırada Yatağan, Yeniköy, Kemerköy santralleri ve kömür ocakları var. Onlardan sonra Soma var,  tunç bilek var. Kısacası enerji üretimi tamamen dağıtımlardan sonra elden çıkarılacak. Şimdi hükümetin IMF’ye verdiği sözler ve taahhütler doğrultusunda, IMF Elektrik Piyasası Düzenleme Kuruluna koydurduğu bir madde ile Türkiye’de elektrik üretim santralinin kurulmasının önüne geçildi. Yani Kamu Santrallerinin yapılmasının önüne geçildi. Bu birincisi. Bir ikincisi, eldeki kamu santralleri de özelleştirilme kapsamına alındı. Yarından sonra ne olacak. Kamunun santral yapması yasaklandığı gibi eldeki kamu santralleri satıldığında gün gelecek Elektrik Üretim A.Ş. tarihten silinecek. Türkiye Kömür İşletmeleri tarihten silinecek. Tıp ki Sümer Bank, Eti Bank gibi. Bunlar böyle olacakta elektrikler mi ucuzlayacak.  Hayır. Elektrikte özelleştirme halkın daha pahalı elektrik tüketmesi demektir. Bize göre karanlıkta kalması demektir. Bizim ülkemizin her yerinde yer altı kaynaklarımız zengin. Kömürümüz mevcut. Hem bulunduğu yerde istihdam sağlaması bakımından hem de zincirleme olarak ekonomiye katkıda bağlaması bakımından kömürün çıkartılması ve enerjiye dönüşmesi hem bölgeyi kalkındırması hem de işsizliğe katkı sağlıyor. Hem de kendi enerjimizle elektriğimizi ürettiğimizden hem ucuz oluyor, hem güvenli, hem sürekli oluyor hem de dışa bağlılıktan kurtuluyorsunuz. Dolayısı ile gerek kömür gibi yer altı kaynaklarımız ile gerek hidro elektrik gibi barajlardan elde edilen elektrik üretimi Türkiye’de en ucuza mal edilen elektriktir. Oysa Türkiye, yüzde 50 doğal gazla dışa bağımlıdır, yüzde 12’de ithal kömür ile dışarı bağlıdır. Doğal gaz üreticisi olan Rusya bile elektriğin en fazla yüzde 15’ini doğal gazdan elde etmektedir.  Kendi üretiyor. Kendi üretmesine rağmen en fazla yüzde 15’ini doğal gazdan elde ediyor. Enerji üretimini alternatif üretimle çeşitlendiriyor. Ama biz doğalgaz üretici bir ülke değiliz, yüzde 50’sini dışa bağlı doğalgazdan elde ediyoruz. Bir kriz anında bir savaş anında dışa bağlı olduğun senin doğalgazı vanayı kestiklerinde ne olacak. Ondan dolayıki biz diyoruz, eletirk üretilmesi stratejik bir sektördür, kesinlikle kamu eliyle üretilmelidir. Özel sektörün eline bırakılmamalıdır. Bırakılırsa ne olur. 2006 yılında Bursa’da Doğalgaz çevre santralinden enerji üretip devlete satan özel sektör firması zam talebinde bulunuyordu. Enerji Bakanlığı tarafından o zaman zam talebi onay görmedi. Red verildi. 1 Temmuz’da 13 ili karanlıkta bırakan bir eylem yaptı özel sektör. Özel sektör zam talebi kabul olana kadar 13 karanlıkta kaldı. O zamanları Sami Demir Bilek vardı Enerji Bakanı Müsteşarı, onun açıklaması şu şekildeydi, “Bu krizden sonra CEKAP şirketine ait olan Oyma Pınardaki üretimi devreye alın diye özel sektöre bunları söylüyorlar, onlarda devereye girmiyorlar. Daha sonra Kemerköy’deki bir ünitenin birini daha devreye soktular o zaman krizi çözebildiler. Enerji Bakanı Müsteşarı daha sonra şunu söyledi, “İyi ki elimizde kamu santralleri vardı. Demek ki, enerji gibi bir sektör özel sektörün insafına bırakılırsa ne olur, zam talebi karşılanmadığı zaman üretim yapmıyor. Yani özel sektör kar etmediği zaman üretim yapmıyor. Onun için enerji sektörü özel bir haktır, özel sektörün insafına terk edilemez. Biz burada bu kavgayı verirken öncelikli olarak, enerjinin mutlaka yerli kaynaklarımızdan üretilmesi gerektiğini, kamu eliyle üretilmesi gerektiğini, çevre ve insanlığına duyarlı halde üretilmesi gerektiğini vurgulamak istiyoruz. 6 ay boyunca önemli bir mücadelenin sürecini anlatıyoruz. İkincisi Yatağan da ve Milas’ta santraller kurulurken herkes karşı çıktı. Çünkü insanlar tarımdan uzaklaştırılacak insanlar, zehir soluyacağız, turizm bölgemiz turizm maf olacak falan denildi. Ama Kıbrıs harbinden sonra 74 petrol krizinden sonra yerli linklerimizden nasıl istifade edebiliriz diye bir politika gündeme gelince Ecevit, 1978-79’da sanırım o dönemdeki bütün kömür sahalarını, o tarihte kamulaştırıyor. Havza madenciliğine geçiriliyor ve düşük kalorili kömürlerden elektrik üretelim fikri ortaya çıkıyor. O zamanlarda Polonya ile bağlantıya geçiriliyor ve onlar bölgemize santralleri kuruyor.  Daha sonrada insanlar itiraz etseler de o zamanların şartları işsizlik bakımından herkes ekmek aş derdine düşüyor. Tabi insanlar yıllarca zehir soluyorlar. Kanser oluyor. Kanser araştırmaları yapılıyor. İnsanların zeytinleri kuruyor, tarımdan uzaklaştırılıyorlar. Her şeye rağmen ne Milas’taki nede Yatağandaki insanlar bir günden bir güne buralar kapatılsın da demiyorlar. Neden demiyorlar daha sıhhi bir hale gelsin diyorlar. Zengin bir ülke değiliz. Kamu kaynaklarımız olsun, devlet malı diye herkes katlanıyordu. Devlete karşı gelmediler. Şimdi ne oldu?  Bölgemizdeki bütün termik santrallerinin mücadeleden sonra, baca kızartma tesisleri takıldı, istimlak problemleri bitirildi, şimdi revizyonları da bitirildi. “Şimdi ben yiyemedim sen ye der gibi” çünkü kamudaki algı bu şekilde santraller satılıyor. Birde olayın bu boyutunu anlatıyoruz. Diğer yandan özelleştirme demek işsizlik demek, yoksulluk demek, fakirlik demek, sendikasızlaştırmak demek, ücretli kölelik düzeni demek. Özelleştirilen yerlerin hiç birisinden şuana kadar Türkiye fayda etmedi. 8 milyar dolar Türkiye’nin şuana kadar Özelleştirme geliri elde etti, fakat ne işsizlik azaldı ne sermaye tabana yayıldı, nede halk refaha kavuştu. Nereye gitti bu paralar faiz ödemelerine gitti. Şimdiye kadar 84 yılından bu yana kadar 58 milyar dolar gelir elde edilmiş son zamanlarda duyuyoruz basında 1 günde ortaya çıkan yolsuzluk operasyonlarında ortaya çıkan 100 milyar dolardan bahsediliyor. 100 milyar dolar ne demek, 100 tane Yatağan Termik Santrali demek. Gerisini varın siz düşünün. Burada özelleştirme olunca Yatağanın büyümeyeceğini küçüleceğini herkes biliyor. İnsanlar işsiz kalacaklarını, askeri ücrete köle gibi çalışacaklarını işçi arkadaşlarımızda biliyor. Sonuç olarak hem işçi arkadaşlarımız kendi işleri için, hem yöresi hem ülkesi için, hem de gelecekteki çocukları için topyekûn bir mücadele yürütülüyor. Tabi bu mücadelede tek başına başarılı olunması mümkün değil. Şuan ki geldiğimiz nokta da ne? Şuan ki geldiğimiz nokta meşruiyet çizgisinde mücadelemiz devam ediyor. Yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla sarsılan hükümet bugün belki siyasi itibarını kaybetmiştir, ancak bizim mücadelemiz sonuna kadar devam edecektir. Son zamanlarda yaşanan olaylarla mücadelemizin ne kadar doğru olduğu, ne kadar doğru bir zeminde olduğu kamuoyu tarafından izlenmektedir. Bu anlamada sorumluluğumuzda artmaktadır.

Şimdiye kadar yapmış olduğunuz eylemlerde, açlık grevinde de halkın sizlere, özeleştirmeye karşı duyarlılığı ne boyutta oldu. Size yapılan desteği yeterli buluyor musunuz? Diğer siyasi, kurum ve kuruluşlar bazında konuyu değerlendirir misiniz?

84’lü yıllarda yasalar yoluyla özelleştirmenin yolu açılması ile birlikte. 80’li yıllar yasal düzenlemelerin yapıldığı yıllardı, 90’lı yıllardan itibaren propoganda süreci çoğaldı. Nerdeyse baş ağrısan da iyi gelecek özelleştirme denildi. 2000’li yıllardan sonra da özelleştirme vurguna, talana, soyguna dönüştü. Cumhuriyet ekonomisinin kalbine saplanan bir hançere dönüştü. AKP iktidarı döneminde de tek başına iktidar olduğundan dolayı, özelleştirme rekoru AKP’de. Önceden koalisyon hükümetinde, koalisyon ortaklarından birini yakalayamıyorsan diğerini yakalıyordun, yanlış bu iş diyebiliyordun. Şimdi, ne kadar yanlış desek de tek başıma iktidarım diyor, IMF’ye verilen taahhütler gereği, dünya bankasına verilen taahhütler gereği, birde şöyle kaygılanıyoruz artık, hangi firmalara hangi santrallerin, hangi kurumların kimlere söz verildiğini artık bilemiyoruz. Çünkü son yaşadığımız olaylarla bütün kamu kuruluşlarımız, tüm yandaşlara bir takım insanlara sanki söz verilmiş ondan dolayı da bu söz yerine getirmek için uğraşıyorlar gibi bir algıda bizde oluşmaya başladı. Şimdi bu süreç içerisinde tabiki halk desteği önemli. Son zamanlarda Türkiye’de halkın gündeminde özelleştirme 1. Sırada değil. Ama halk şunu sorguluyor artık bu iyice açığa çıkmaya başladı. Kamu kurumlarımızın tamamıyla elimizden çıktığını, başta söylediğimiz gerekçelerin hiç birisinin yerine gelmediğini, devletin burda hem gelir kaybına uğradığını hem burada özelleştirmeyi, yanımızda süt sanayi, yem sanayi var, özelleştirme ile Türkiye’nin günlük gülistanlık olmadığını farkına vardı halkımız. Miras  yedi mantığıyla satılacak her şey satıldı. Satılacak bir şey kalmadı. Bundan sonra ne satacaklar. Mali’ye bakanı çıkıyor, oda haklı satacak bir şey kalmayana kadar ya dolaylı vergileri çoğaltacağız yada başka harcamalarımızı da kısacağız demeye başladılar. Demek ki sattıkları pek para etmemiş, doyurmamış olan 76 milyon insanın çektikleri acıyla kurdukları kamu kurumlarımıza oluyor. Buraya gelinen bu nokta da halkımız bunları daha iyi görüyor. Türkiye ortalamasına baktığımızda biz köylülerimizden de, esnaflarımızdan da halkımızla birlikte gerçekten destek görüyoruz diyebiliriz. Destek görmemiş olsaydık bu mücadele şimdiye kadar biterdi. Milas’ta ki son mitingde geçtiğimizden bu yana kurduğumuz ilişkilerin ve sarf ettiğimiz emeğin bir karşılığı da diyebiliriz.

Önümüzdeki hafta da bu eylemleriniz yeni bir aşamaya geliyor. Özelleştirmenin durdurulması konusundaki ön görünüz nedir? Ve özelleştirme idaresinin direncini nasıl buluyorsunuz? Bu engelleri aşabileceğinizi düşünüyor musunuz?

Şimdi Enerji Bakanıyla, AKP Muğla il binasına ziyaret gittiğimizde ve hat daha bazı polis grubunun gereksiz yere gaz sıkmasından dolayı sıkıntılı şeyler yaşanmıştı. Daha sonrada Milas’ta ki AKP önünde yaptığımız basın açıklamasındaki muameleler sonrasında Enerji Bakanı bizi Ankara’ya çağırdı orada Özelleştirme İdaresi Başkanlığı yetkilileri de vardı. Özelleştirme İdaresi yetkilileri siyasi iradenin verdiği talimatları uyguluyor. 5 kişilik bir özelleştirme yüksek kurulu var, Başkanlığını Başbakan yapıyor, 4’te bakan yapıyor. Bunlar özelleştirmeyle ilgili kararları Özelleştirme Yüksek Kurulu alıyor sonra Özelleştirme İdaresine talimatı veriyor. Onlarda bu talimatı yapıyor. Bu yüzden onlar değil bizim muhatabımız.  Onlar o anlamda devletin verdiği kendi görevlerini yapıyorlar. Ankara’ya gittiğimizde Enerji Bakanına burada verdiğimiz mücadelenin sadece özelleştirmeye karşı bir işçi mücadelesinin olmadığını insanlarımızın da kamu kurumlarımıza sahip çıkma konusunda bir kamu bilinci oluştuğunu ortamında yerel siyasi seçimlerin yaklaşmasından dolayı siyasi istismara da müsait olduğunu. Biz bu tür dengelere de  dikkat etmeye çalıştığımızı insanların yıllarda cevha çektiğini  ama bu özelleştirme kararının hem ülkeye hem bölgeye bir vefasızlık olarak algılandığını ilettik. Ayrıca başbakanın Muğla’ya ziyaretinden tam bir hafta önce özelleştirme idaresi tarafından teklif verme sürelerinin ilan vermelerinin ateşe benzin dökmek gibi algılandığını söyledik. Bundan dolayı toplumsal bir tepki oluştuğunu söyledik. Özelleştirme İdaresinden aldığımız duyuma göre başbakanın buradaki programından haber dar olmadıklarını söyledikler. Sonuçta bu politika, Başbakanın gelmesinden önce yada sonra bunun açıklanması bizi bağlamıyor. Sorun bu ilanın çıkarılmış olması. Biz buradaki sorunu Enerji Bakanına ilettik. Algıladığımızda şu siyasi iktidardan bir talimat almadığı sürece Özelleştirme İdaresi tek başına bir karar almaz. Siyasi irade bir karar verirse de, biz şunu da tahmin ediyoruz. Siyasi mücadeleyi göz önünde bulundurarak biz bunu erteledik demezler tahminimize göre. Gerek firmaların süre uzatımı istediğini gerek siyasi istikrarsızlık olduğunu göstererek, bahane ederek belki ertelemeyebilirler. Ama bizim hesabımız ertelemeye yönelik değil. Bizim hesabımız bu kurumlara yatırım yapılmasını işçi alınmasını istiyoruz özelleştirmesinin gündemden kaldırılmasını istiyoruz. Mücadelemiz bu yönde devam edecek. Başbakan Marmaris’te bize,  “Yerel seçimler öncesi bu kararı biz erteleyemeyiz” dedi. “Yanlış anlaşılır” dedi. “Ancak son teklif verme süresi olan Milas için 24, Yatağan için 10 Şubat’ta teklif gelmez yada değerinde bir teklif gelmez ise veya yeterlilik belgelerinde bir sıkıntı çıkar ise ancak o zaman onu erteleyebiliriz otoyollarda olduğu gibi” dedi. Bizde bu cevabın yeterli olmadığını, demokratik anayasal haklarımızı kullanmaya devam edeceğimizi bildirmiştik. 24 Ocak yaklaşıyor. Şimdi kimin ne verdiği ne kadar teklif verdiğiyle ilgilenmiyoruz. 23 Ocak günü Yatağandan Muğla’ya yürüyeceğiz oradan da Ankara’ya gideceğiz. Sonuç alana kadar da orada kalacağız. Sonuç alacağımızda sonuna kadar inanıyoruz. Çünkü başka bir çaremiz yok. Birde sorumluluğumuzda arttı. Emek hareketi bakımından buradaki mücadelemiz bizim diğer emek örgütlerine, emek mücadelelerine de olumlu örnek olması bakımından da önemli. Bu yüzdende bizim sorumluluğumuz daha da arttı.

Biliyorsunuz son aylarda Türkiye de yapılan özelleştirmelerle ilgili bir çok konuda Sayıştay raporuna da dayanarak, Danıştay’ın kamu zararına uğratılmıştır diye Ağustos ayından bu yana verdiği önemli karar var. Hat daha bu kararlarda bu malların tekrar geriye alınması da geçiyor. Bu kararın sizin mücadelenizin başarılmasında ve Yatağan havzasında özelleştirilmemesi konusunda bir umut veriyor mu?

Anayasamızda yazıyor, Türkiye demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir diye. Tabi biz ne olursa olsun Türkiye’de hukukçuların olduğunu biliyoruz. Anayasa anlamında tabi ki hukuk var. Ama son zamanlardaki tabloyu izlediğimizde bazı kararların gerçekten hukuk kurullarına göre mi alındığını yoksa belli bir siyasi iradenin lehinemi alındığı noktasında kaygılarımız var. Her şeye rağmen biz ülkesini seven bağımsız, objektif hukuk ve hukukçularının da olduğunu inanıyoruz. Maalesef Türkiye’de hukuk kurallarına uyulmaması var. 4 bine yakın mahkeme kararı var özelleştirmeler ile ilgili hiç birine de uyulmamış bu zamana kadar. 12 Eylül referandumundan önce Başbakan şöyle laf ediyordu ara sıra, “Mahkemeler bize kan kusturuyor, özelleştirme yapamıyoruz” diye. Bunu aşmak için ne yaptılar 12 Eylul referandumu ile anayasayı değiştirdiler. Herhangibir özelleştirmeyle ilgili Anayasaya gidildiğinde o özelleştirmeyle ilgili kamu yararı ilkesi göz önüne alarak iptal edilmesinin önüne geçtiler. 12 Eylül’deki referandumla. Hangi özelleştirme olursa olsun, bu özelleştirmede kamu yararı yoktur diye Anayasaya gittiğinde Anayasa, kamu yararı ilkesi nedeniyle inceleme yapamıyor artık. 12 Eylül referandumundan sonra. Kamu yararı ilkesi nedeniyle mahkemeye gitseniz de Kamu yararı ilkesini göz önüne alarak değerlendirme yapamıyor mahkemeler. Daha sonra hükümet ne yaptı, daha önce bu satılan ve yürütmeyi durdurma kararı denilen bu limanlar, mahkeme kararı ile ilgili olarak birde yasa çıkardılar. Dediler ki AKP’li milletvekillerinin önerisi ile bu yasa çıkartıldı. Daha önceki mahkemelerin vermiş olduğu, yürütmeyi durdurma kararları ve bundan sonra mahkemelerin verecek olduğu yürütmeyi durdurma kararları, bakanlar kurulu tarafından yok sayılabilir diye yasa çıkarttılar. Bu şu demek hükümet yasa ile yasayı uymamayı resmileştirdi. Hem hukuk devleti diyeceğiz. Hem de mahkemelerin verdiği kararı özelleştirme kararına bakanlar kurulu yok hükmünden sayabilecekler. Böyle bir yasa çıkarıldı. Bu yasanın akabinde ise limanlar, sekavb gibi verilmiş olan mahkeme kararını çıkardıkları yasaya göre yok kabul ettiler. Çünkü fili durumdan dolayı bugün satılmış, 5-10 yıl sonra mahkeme sonuçlanmış. Kamu yararı yoktur diye iptalini istemiş ama satış gerçekleştirilmiş, fiilini durumdan dolayı uygulanabilir olması değildir diyerek mahkeme kararlarına uymama kararı çıkartmışlar onu çıkarttıktan sonra bu sizin bahsettiğiniz liman ve benzeri yerler için verilen kararla yok sayılmıştır diye de bunu da ilave ettiler.Bakanlar kurulu hükümete diyor ki hükümet, sen mahkeme kararlarını uymamak için yasa çıkaramassın diyor. Kam yararıyla mahkemeye gitmek yasak o ayrı, şu veya bu nedenle mahkemeye gidilmiş mahkemede bir karar verilmiş ise ben onu istersem yok sayarım diye bakanlar kurulundan yetki alamassın diyor. Ne yapılması gerekiyor peki, bu mahkeme referandumdan önce dava kesinleşmiş bir karar olduğu için referandumdan ben böyle yaptım da yok sayıyorum diyemessin. Bu mahkeme kararına uyacaksın diyor. Ne olması gerekiyor? Bir hukuk devleti ise bizim ülkemiz geriye iade etmesi lazım.

Sayın başkan bizi ve kamuoyunu aydınlattınız. Başarılar diliyoruz. Muğla Haber Gazetesi olarak her zaman yanınızda destek olacağımızı ve mücadeleniz de yanınızda her zaman belirtmek isteriz.

Bu haber toplam 98 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.