Bugün benim için çok önemli bir konudan söz etmek istiyorum. Hepimiz hayatımız boyunca inişler çıkışlar yaşıyoruz ve bazen öyle sarsıcı dönemlerden geçiyoruz ki kendimizi adeta en başa dönmüş gibi hissediyoruz. İşte tam da bu zamanlarda, bana en büyük motivasyonu veren şey; bu ülkenin de bir dönem aynı duyguları yaşamış olması ve kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün, küllerinden yepyeni bir devlet inşa etmiş olmasıdır.
Atatürk, bu yola çıkarken "Şayet bir gün, çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun!” diyordu. “Mevzubahis vatansa, gerisi teferruattır,” diyordu. “Geldikleri gibi giderler,” diyordu. Bu sözler sadece birer cümle değil; kararlılığın, inancın ve zihinsel direncin en güçlü ifadeleriydi.
O, savaşın önce zihinde kazanıldığını biliyordu. Askerlerine “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” derken, aslında insanların en büyük korkusunun bile zihinsel bir eşik olduğunu anlatıyordu. Zafer böyle kazanıldı: Kararlılıkla, farkındalıkla ve sarsılmaz bir inançla…
Atatürk, cephedeyken bile kıyafetine ve tıraşına özen gösterirdi. “Neden?” diye sorulduğunda, “Yarın düşmanı esir alacağız” derdi. Çünkü kafasında o savaşı çoktan kazanmıştı. “Mevzu bahis vatansa, gerisi teferruattır” derken; yol boyunca karşılaşacağı her zorluğu, hedefinin yanında küçük bir detay olarak görmeyi seçiyordu. Ve bu bilinçle tüm sorunların üstesinden geldi.
Bizler bugün bir ülke kurmuyor ya da bir ülke kurtarmıyor olabiliriz; ancak kendimize bir yaşam inşa ediyoruz. Atatürk’ün yolundan giden bireyler olarak, biz de hayatımızdaki engellere hayallerimizin yanında “teferruat” diyebilir miyiz? Yaşamımızı, daha şimdiden zihnimizde kazanmış gibi yaşayabilir miyiz? Hayatımızı kararlılıkla, inançla ve başarı odağıyla şekillendirebilir miyiz?
Bence yapabiliriz. Tek yapmamız gereken, kendi kuruluş değerlerimize geri dönmek.