SANAT, TARİH VE FLEMENKO’NUN ŞEHRİ BARSELONA (ARZU SABANCI)

Avrupa’da en çok görmek istediğim ülkelerden biriydi İspanya. Ama koskoca ülkeyi 10 güne sığdıramayacağım için öncelikle Barselona ve Madrid’i görmeye karar verdim. Tarihe ve sanata meraklı biri olarak aslında önce Endülüs...

SANAT, TARİH VE FLEMENKO’NUN ŞEHRİ BARSELONA (ARZU SABANCI)

Avrupa’da en çok görmek istediğim ülkelerden biriydi İspanya. Ama koskoca ülkeyi 10 güne sığdıramayacağım için öncelikle Barselona ve Madrid’i görmeye karar verdim. Tarihe ve sanata meraklı biri olarak aslında önce Endülüs turu yapmam gerekirdi ama denk getiremedim.

Barselona ve Madrid’e turla gittim. Bazen turlar hem daha pratik hem de daha ekonomik oluyor, üstelik taksitle ödeme avantajları olduğundan ve de şehirlerarası aktarım olunca turu seçiyorum, küçük bir valizle tatile gidemediğim için şehirlerarası aktarımlarda zorlanıyorum.

Barselona gezisi beni çok heyecanlandır. Gaudi evleri, Salvador Dali, tarihi binalar ve sokakları gezmek için bir an önce orda olmak istedim. Tarihi gezerek anlamak hep hoşuma gitmiştir.

Barselona, Katalonya özerk topluluğunun merkezi, Katalonlar kendilerini devlet olarak görüyorlar, İspanya’dan tamamen ayrılıp kendi yönetimlerini kurmak istiyorlar. Bölgede İspanyolca ve Katalanca konuşuluyor ama Katalonlar sadece kendi dillerini konuşuyor.

İspanya ‘ya gidince havaalanında bizi turun rehberi karşıladı, şansımıza iyi bir rehber çıktı. 15 yıldır orda yaşayan bir mimar. Bize yol boyunca pratik bilgileri verdi. Örneğin İspanyol’ların ağırkanlı olduklarını, alışveriş yaparken kasa önünde dakikalarca bekleyebileceğimizi çünkü o sizden öncekiyle sohbet eder ama siz araya girince de sinirlenirler dedi. Ve bu durumla zaman zaman karşılaştık J. Sonra hırsızlık olaylarının çok fazla olduğunu, boynunuzdaki fotoğraf makinenizin objektifini söküp almaları 5 saniye sürer diyince bizde tüm gezi boyunca çok kontrollü dolaştık ama Barselona’dan ayrılırken gruptaki bir ailenin alışveriş yaparken cüzdanını çalmışlar. Neyse ki pasaportları başka yerdeymiş sorun olmadı. Taksileri bulunduğunuz yere çağırmak gerek ya da duraktan binmek gerekiyormuş yoldan binince 1-2 euro fazla alıyorlar, ayrıca taksilere tam adres vermek gerekiyor nerdeyse posta koduna kadar belirtmek gerekiyor çünkü bulamıyorlar. Ama Pakistan ve Hindistanlı taksici ve satıcılar çoktu her şeyi Türk usulü hallettik.

Otele yerleştikten sonra şehre gitmeden önce otelden harita alıp bulunduğum yeri işaretletip yola çıktık. Bilmediğim bir ülkede haritayla gezmek hoşuma gidiyor. Bütün bir seyahat boyunca elimden düşmüyor J. Otel şehre uzaktaydı, metro ve trenle şehrin merkezine gelebiliyorduk.

Turla gittik ama şehri ve yakın yerleri kendimiz gezdik, keşfetmenin, yanlış yollara girmenin, oradan tekrar çıkıp gideceğin yere yönelmenin heyecanı ve keyfi başka oluyor. Ama bunu ancak seyahatlerde yapabiliyorum. Normal hayatta bu kadar azimli değilim J

Şehri keşfetmeye La Ramba Caddesinden başladık. Barselona’nın tek ana caddesi, her yere oradan gidebiliyorsun

LA RAMBLA CADDESİ:  yaklaşık 2,5 km uzunluğunda tek ana cadde, caddenin bir başında Hard Rock cafe var, bütün otobüsler, taksiler buradan kalkıyor, bu bölgenin adı Palace Catalanya, caddenin sonunda yani liman bölgesinde Kristof Kolomb heykeli var. Caddede sağlı sollu mağazalar ve restoranlar var. Resim yapan ressamlar, karikatüristler, müzisyenler ve renkli görüntülere sahne olan pandömin sanatçıları caddeyi çok canlı ve keyifli kılıyor.

Caddenin güneyinde yani liman kısmı Port Vell bölgesi, burada AVM ve oteller var limanın oradan teleferikler var bunlardan biri Montjuic Tepesi’ne gidiyor. Otobüs ve metro da gidiyor. Biz yürüreyek gittik ama nasıl gittiğimi bilmiyorum tarif edemiycem J)

MONTJUIC TEPESİ : Montjuic’in kelime anlamı  "Yahudi" demekmiş. Eskiden bu bölgede Yahudiler yaşadığı için tepenin adı "Montjuic Tepesi" olarak kalmış. Bu tepeden tüm şehri genel olarak görebiliyorsun. Eskiden fazla ilgi yokmuş, ama şimdi kentin en büyük eğlence parkına, olimpiyat köyüne, birçok büyük ve önemli müze ve galeriye ev sahipliği yapan oldukça önemli bir bölge. Tepeye çıkarken yürüyen merdivenlerde var sadece buraya özgü zannediyordum ama birçok yerde sokakta yürüyen merdiven karşıma çıktı.

PARK GÜELL: Metro Lesseps durağında inebilirsiniz ya da 24 numaralı otobüse de binebilirsiniz burası da tepede olduğu için yaklaşık 300- 400 metre kadar yürüyüp bu parka ulaşabiliyorsunuz. Burada da sokakta yürüyen merdivenler var.

HİKAYESİ: Eusebi Güell isimli bir Katalan sanayici Barselona’nın kuzeyinde 17 hektarlık bir alan satın almış. Bu alanı İngiliz tarzı ile tasarlanmış bir yere dönüştürmek istiyordu. Kamuya açık binaların yanı sıra 60 tane evin inşa edilmesi de planlanıyordu. 1900 yılında Güell, bu proje ile ilgili Gaudi ile görüştü. Gaudi 1914 yılına kadar bu alanda çalıştı. Fakat proje ticari olarak başarısız oldu, bir tane bile ev satılmadı. 1918 yılında devlete geçen arazi Park Güell olarak 1922’de halka açıldı.

Barselona aristokrasisi için yapılması planlanan alan şimdi halka açık bir park olmuş.

Parkın merdivenleri ve pavillion kısımları Antoni Gaudi tarafından tasarlanmış. Park Güell’in inşasında doğal şekil ve figürler kullanılmıştır. Parkın girişinde etkileyici bir merdiven var dragon görünümde ağzından su akan kertenkele tasarımı Gaudi’ye ait bu da parkın simgelerinden. Park masalsı bir görünümde merdivenlerden çıktıktan sonra geniş alan var buradan da kuşbakışı şehri görebiliyorsun ama asıl görüntü  Hansel ve Gratel’in evinden esinlenerek yapılmış masalsı evler, parkta Gaudi müzesi de var. Orijinal sütunlu bir bölüm var burası yüz sütun geçidi olarak adlandırılıyor, geniş alanda mozaiklerle süslenmiş kocaman bir koltuk var buda Gaudi’nin en uzun koltuğu olarak adlandırılıyor. Kırık fayanslardan yapılan süslemeler, palmiye ağaçları, değişik tarzda sütunları ile görülmeye değer bir yer.

Park Güell’den çıkınca aşağı doğru yürürken küçük ama şirin hediyelik eşya satan mağazalar var. Bunları da değerlendirin derim.

Buradan yürüyerek Sagrada Familla’ya gitmeyi planladık, harita elimizde dolana dolana bulduk.

 SAGRADA FAMİLLA: Palace Catalan meydanından metroyla gidilebiliyor. Sagrada Familla durağı olması lazım ya da merkezden (hard rock cafenin ordan) otobüslerde gidiyor ama illa yürüyeceğim derseniz sırtını hard rock cafeye verip yukarı yürün birkaç kez sormanız lazım. İki tür bilet var içeri gezmek için ve asansörle yukarı çıkmak için,  ben yukarı çıkamadım çünkü ayrıca 3 saat sıra beklemek gerekiyordu.

Denk gelirseniz çıkın derim. Bilet fiyatları 16 euro

HİKAYESİ: Bitmeyen Klise olarakta adlandırılan Sagrada Familla’nın yapımına 1882'de başlanmış. Mimarı Francisco de Paula del Villar ile kilisenin destekçileri arasında süren anlaşmazlıklar sonucunda 1883 yılında proje Gaudi’ye veriliyor.  Gaudi,  kendini bu projeye adamış orda yatıp kalkmaya başlamış. Ünlü mimarın bu muhteşem eserine, karşıdan nasıl olmuş diye bakmak için geri geri giderken trenin altında kalarak öldüğü söyleniyor. Geçirmiş olduğu kaza sonucu üç gün bilinci kapalı kalıyor ve 74 yaşında vefat etmiştir. Ölümünden sonra Kilisedeki çalışmalar devam etmiştir. 1936’da Gaudi’nin notları ve tasarımları İspanya Sivil Savaşı sırasında yakılınca çalışmalara ara verilmiştir. 1952 projeye yeniden başlanmış. Daha önceki çizim ve tasarımlar üzerine dayandırılan bu çalışmalar ile 1954 –1956 yılları arasında Sagrada Familia’nın ön yüzü ve batı kısmında bulunan dört kulenin inşası bitirilmiştir.

2026 – 2028 yılları arasında bitmesi beklenen Sagrada Familia tamamlanmamış olsa bile UNESCO dünya tarih mirası listesindedir. Dünyanın sekizinci harikası da diyorlar. DEVAMI YARIN

GAUDİ EVLERİ: Ben La Pedrea (Casa Mila ) olan evi gördüm, birkaç tane var.  Buraya da metro ile ulaşabiliniyor. Metro durağının adı Diagonal. Bilet 14 euro

HİKAYESİ: Gaudi’nin Barselona’daki en ünlü ikinci binası,  ilki Sagrada Famillia Klisesi. Yapı, La Pedrara olarak da bilinir. Antoni Gaudi tarafından inşa edilmiş en büyük sivil binadır. 1906 – 1910 arasında inşa edilen yapı Gaudi’nin kendisini Sagrada Familia’ya adamadan önce yaptığı son çalışmasıdır. Casa Mila’da iki tane avlu var böylece binanın her yeri güneş ışığından faydalanıyor.

Tamamen doğal taşlardan inşa edilmiş. En ilgi çekici yer binanın çatısıdır. Burada sürrealist tarzda yapılmış birçok farklı bacayı görebilirsiniz. Küçük heykellere benzeyen bu bacalar hem tek tek hem de grup olarak tasarlanmışlar. Bina peri masallarındaki gibi bir dış yüze sahip. Casa Mila’ya Kemikler Evi de diyorlar bununda nedeni balkonlarında kemik görünümlü sütunlar var,  üst katlarında ise kafatası görünümlü parçalar bulunuyor. Dragonlar, sürüngen ve kemik görünümleri, olmasına rağmen bina masalsı bir görünüme sahip.

Evettt gelelim Salvador Dali’ye, kendisi şahsen hayran olduğum sanatçılardan biri, sadece eserleri değil ilginç kişiliği, hayal gücünde sınır tanımaması ve zekası da ilgimi çekiyor. İstanbul’da sergilerini kaçırmamaya çalışıyorum ama İspanya’ya gelip de burayı görmemek olmaz hatta geliş amaçlarımdan biride burayı görmek diyebilirim.

SALVADOR DALİ: Figueres’de bulunan bu eve kesinlikle gitmenizi tavsiye ederim. Trenle gidiliyor. Ama biz buraya turla gittik, aldığımız turda burası da vardı. Dedim ya uzak yerlerde tur işe yarıyor hem sıra beklemiyoruz biletleri önceden toplu alıyorlar hem de uzak olduğu için indi bindi yapmıyoruz. Bilet fiyatları 12 euro civarında olması lazım iki bilet veriyorlar biri müze diğeri de yanda bulunan mücevher müzesi için. Çok sıra oluyor ama beklemeye değer.

Önce biraz Salvador Dali’den bahsedelim; 1904’de Figueres’de dünyaya gelmiş, birkaç ay önce ölen ağabeyinin adı verilmiş. Bütün çocukluğu boyunca, ağabeyinin mezarına yaptıkları sık ziyaretler Dali’nin kimlik karmaşası yaşamasına sebep olmuş. Daha sonraki yıllarda hiç tanımadığı ağabeyi hakkında "iki su damlası gibi birbirimize benziyorduk, fakat yansımalarımız farklıydı. O, herhalde benim fazla mutlak olarak tasarlanmış ilk versiyonumdu.” diye yazdı. Evin tek erkek evladı olduğundan biraz kaprisli ve şımarık bir çocukmuş.

Eserlerini yaparken birçok değişik teknikler uygulamış. Bacaklarını boya kutularına batırdığı kurbağaları tuval üstünde zıplatıp, sıra dışı çalışmalarda yapmış Dali’nin mücevher tasarımları da çok ilginç. Dali’nin paraya ve şaşaya düşkünlüğünü bilmeyen yok. Eserlerinin kopyalarını basarken “Hadi biraz para basalım” dermiş, o yüzden de sağlığında para kazanıp, lüks içinde yaşayan nadir sanatçılardan biri.

Enteresan giyim tarzıyla da dikkat çeken Dali, 1936'da Londra Uluslararası Sürrealist Sergisi'nde bir konuşma yapması istenince, sahneye eski tip hantal bir dalgıç tulumu içinde çıktı. Tulumun beline mücevher işlemeli bir kama takmıştı; bir elinde bir bilardo ıstakası tutuyor, diğer eliyle de bir çift kurt köpeğini çekiştiriyordu. Konuşma sırasında nefes almakta zorluk çekince, dalgıç kıyafetinin başlığı çıkarıldı.

 HİKAYESİ : Yıllar önce Dalí'nin ilk sergisine ev sahipliği yapmış ve iç savaşta zarar görmüş olan Belediye Tiyatrosu'nu 1960 yılında Figueres belediye başkanı,“Dalí Tiyatrosu ve Müzesi” adıyla restore etmeye karar vermiş. Dalí, müzenin her köşesini kendi tasarlamış, inşaatı ve dekorasyonuyla bizzat ilgilenmiş. Müze 1974'te açıldı, Dalí 1980'lerin ortasına kadar ufak eklemeler ve değişiklikler yapmaya devam etmiş. İlk günkü gibi korunan, dünyadaki en büyük Dali koleksiyonuna sahip müzeye sanatçının en büyük yapıtı deniyor. Müzede birçok teknikle yapılmış dört binden fazla eser bulunuyor. Müzenin girişinde bir cadillac var yandaki kutuya bozuk para attığınızda arabanın içinde yağmur yağıyor bu yüzden buna “Yağmurlu Cadillac” diyorlar. Dali fakir bir ressamken yağmur altında ıslanıp Cadillac ile geçen insanları görür ve özenirmiş. Kendisi Cadillac aldığındaysa içine yağmur sistemini bu nedenle döşetmiş. Delidir ne yapsa yeridir J

Salvador Dali insan vücudunu psikanaliz ile açılabilen tamamen gizli çekmeceler olarak görüyor bina duvarlarında çıkıntılarda bu çekmeceleri simgeliyormuş

Müzeye girince solda büyük bir portre bulunuyor, resme çıplak gözle bakınca Abraham Lincion, fotograf makinesi kadrajıyla bakınca Gala’nın çıplak sırtı görünüyor. Bu müzenin en çok ilgi çeken tablosu hala nasıl bir teknikle yaptığı bilinmiyormuş

Matador isimli tabloya baktığınızda, önce çok sayıda Güzellik Tanrıçası Venüs resmi görüyorsunuz, dikkat ettiğinizde ise ortaya bir boğa güreşçisi çıkıyor.

İçerde “Yatak Odası” isimli bölüm mevcut, burada ise genelevden alınma bir yatak ile Türk işi bir ayakkabı boyacısı sandığı bulunuyor.

 Salvador Dali ve Gala’nın sıradışı aşkından bahsedim; Ben pek severim bu hikayeyi. Dali-Gala aşkı, biraz uçuk kaçık bir aşk. Dali İber Yarımadasında, 21 yaşına kadar oturduğu baba evinde doğup büyüyor. O yıllarda Dali, Bunuel’den Garcia Lorca’ya, Aragon’dan Picasso’ya kadar arkadaşlarını bu küçük sahil kasabasına davet ediyor

1927 yazında Dali’nin yakın arkadaşı Fransız ozan Paul Eluard, Gala adını verdiği Rus karısı Helena ve kızı Cecile’de yazı dostları Dali ile geçirmek üzere Cadaquès’e gelip bir otele yerleşiyorlar. Dali, Gala’ya âşık oluyor. Yaz sonunda Eluard ve kızı Paris’e dönüyor, Gala kalıyor. Gala, Dali’den 10 yaş büyük. Dali’nin ailesi oğullarıyla ilişkiyi kesiyor. Eluard 1934 yılında tekrar evleniyor ama Gala o ölmeden Dali’yle evlenmiyor. Dali ve Gala nihayet 1958’de, Figueres tepelerindeki bir kilisede gözlerden uzak, sessiz sakin evleniyorlar.

Rivayete göre Cadaquès noteri olan Dali’nin zengin babası aktif bir seks hayatından ve dolayısıyla o sırada pek yaygın olan frengiden korumak için evin çeşitli yerlerine seksüel yolla geçen hastalıklarla ilgili kitaplar koyarmış, bu yüzden genç Dali de pek tutuk büyümüş. Gala ise cinsel yaşantısı oldukça aktif olan bir kadınmış. Kocası onu süreki mutlu görmek arzusunda. Gala’ya Pubol’da 14. yüzyıldan bir şato hediye etmek istiyor. Ama Gala’nın bu hediyeyi kabul etmek için bir ön koşulu var. Dali buraya randevu almadan adımını atmayacak. Dali bunu hemen kabul ediyor, çünkü karısının özgürlüğünü yaşamasını istiyor.

Gala bu arada gelmiş 74 yaşına gelmiş ama genç erkeklerle sefalar yapıyor, genç sevgilileri de var. Bunlardan birisi de Broadway’de Jesus Christ müzikalinde başrol oynayan 30’larındaki sarışın, yakışıklı Jeff Fendholt. Dali’ye bunu seyretmek düşüyor. Çünkü karısına tutkun

1982 'de Gala’nın ölümüyle Dali’nin İlham perisi ölmüştü. Dali bundan sonraki yaşamını Gala'ya armağan ettiği şatoda devam etti. Orada çalışıyor ve yaptığı her resmi ölmüş sevgilisine ithaf ediyordu. Şatodan hiç ayrılmadı. Dali 1984 'de odasında çıkan yangın sonucu ağır yaralandı.

Daha sonra Torre Galatea'ya, Gala ile yaptırdığı yazlık evine yerleşti ve yemek yemeyi reddederek 23 Ocak'ta orada öldü. Sevgili eşi Gala'ya kavuşmayı bekliyordu ve kendi isteğiyle onun yanına göçtü. L ne aşk ama

Buradan çıkınca müzenin etrafında kafelerde o büyüleyici ruh halinden çıkmak ve biraz soluklanmak için oturuyoruz. Biraz etrafı dolaştıktan sonra otobüsümüze binerek Girona’ya geldik. Burası çok güzel bir yer Barselona’dan buraya direk tren var yaklaşık 1.5 saat sürüyor. Ama bu bölgeyi turistler Figueres’le aynı gün geziyor ikisi arasındaki, mesafe 30-40 dk

FLEMENCO: Buraya kadar gelip de bu dansı izlememek olmaz. Kökeni Endülüs’e dayanan bir dans. Berberi-Arap Müslümanlar, İspanyalı Yahudiler ve Çingeneler tarafından beraberce ortaya çıkarılan bir dans olduğu da söyleniyor.

Flamenko’da gitar ve kostüm olmazsa olmaz. Kırmız ve siyah ağırlıktaki elbiseler, kat kat uzun etekler, şal, yelpaze, zil, saça takılan kocaman güller görsel olarak çok güzel. Hatta bir ara o kıyafetleri alıcam diye tutturdum ama neyseki çabuk unuttum J

Ama asıl dansçıların asi, hüzünlü, fevri, ve keskin hareketleri çok etkileyici. Bir dans okulunun sitesinde okumuştum, yıllarca zulüm gören, yoksulluk çeken, ezilen, hayatları boyunca mal mülk edinemeyen, tarım, maden ocakları gibi işlerde çalıştırılan Çingeneler hırs, şefkat, özgürlük ruhu, isyan, sosyal kalıplaşmanın olmaması gibi etkenlerle Flamenko dansını oluşturmuş. Acılarını, mutsuzluklarını bu dansla ifade etmişler. Flemenko’daki sert duruşlar ve ifadeler bunun sonucuymuş.

Flamenko izlemek için genellikle rezervasyonlu gitmek gerek, yemekli ve yemeksiz olarak gidilebiliyor 1 saat kadar sürüyor o yüzden yemeksiz gidin derim 1 kadeh içki veriyorlar 40 euro civarındayaydı sanırım,  ama biraz araştırınca çok daha ucuzları da var.

MEYVE SEBZE PAZARI: Mercat La Boqueria, La rambla caddesinin ortasında limana doğru giderken sağda çok büyük meyve sebze pazarı var, girişte kocaman etler asılı görünce önce iğreti oldum ama içeri girince kendimi kaybettim. Ağustos sıcağınca o tropikal meyveler ve meyve suları çok iyi geldi doğrusu, günde birkaç kez uğradım buraya, dünyanın her yerindeki meyveleri bulabiliyorsunuz.

CAMP NOU STADI:  Anlamı Katalancada “yeni saha”. Stadın içerisinde son derece büyük de bir müze bulunuyor. Benim ilgimi çekmediği için gitmedim.

Turun programında boğa güreşleri de vardı ama ben gitmedim, hoşlanmıyorum o tür gösterilerden. İspanya’da her şeyin müzesi var, ayrıca katedrallerde çok fazla, ilginizi çekenlere gidin mutlaka

Biraz yemek ve içmeden bahsedim;

Paella ve tapasları çok meşhur her yerde tapas barlar var.

Paella; deniz ürünleriyle yapılan bir pilav,  ben çok severim İstanbul’da yediğim bir yemek olmasına rağmen oradaki biraz ağır geldi, belki deniz ürünlerini kabuklu getirdikleri içindir beklide yağlarındandı

Tapas; İspanyol mezesi, ekmek üzerine sardalyeli avokado,  peynir, zeytin,  jambon,  peynir, domates, chorizo (salçalı sucuk), haşlanmış karides gibi yiyecekleri koyup ufak porsiyonlarda servis ediyorlar.

Ama hava çok sıcak olduğundan mıdır nedir bu restoranlara girince biraz ağır koku geldi. Ara ara Mc donalds ve Hard Rock Cafe yemek zorunda kaldık.

Sangria denilen içkileri bir harika, kırmızı meyve şarabının içine portakal ve elma parçaları, şeker, rom veya votka konarak hazırlanan soğuk bir içki. Sürahiyle getiriyorlar.

Bu haber toplam 384 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.