PORTRELER / RÖPORTAJ: Işık Cumhur

Yaşamın Özeti: Sevgi, Saygı ve DürüstlükEge’nin sıcaklığı, sempatikliği ve sevilen kültürü ile bütünleşmiş, Muğla’ya kardeş bir il olan Denizli’nin güzel topraklarından yetişmiş, başarısı ve yaptığı kaliteli...

PORTRELER / RÖPORTAJ: Işık Cumhur

Yaşamın Özeti: Sevgi, Saygı ve Dürüstlük

Ege’nin sıcaklığı, sempatikliği ve sevilen kültürü ile bütünleşmiş, Muğla’ya kardeş bir il olan Denizli’nin güzel topraklarından yetişmiş, başarısı ve yaptığı kaliteli çalışmaları ile dikkat çeken Muğla Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Doktor Gürbüz Akçay ile hayat hikâyesini konuştuk ve merak edilenleri öğrendik. Güler yüzü ve samimi cevaplarıyla, önemli mesajlar veren, bir o kadar da düşündüren, ayrıca gençlerimize de örnek olacağına inandığımız yaşam öyküsüne, aile yaşamından başladık. Muğla’ya yabancı olmadığını, ülkemizi ve özellikle bölgemizi çok sevdiğini söyleyen Akçay, duygusal yönü, yardımsever kişiliği, kırıcı olmayan yapısı ve hizmet aşkı ile dolu aile ve iş yaşamını “sevgi, saygı ve dürüstlük” olarak özetliyor.

Doğum yılı ve ailenizden başlayalım. Anneniz babanız nasıllar?

Akçay: 1969 yılında Denizli’ye Bağlı Babadağ ilçesinin Kelleci köyünde doğdum. O zamanlar takvimler pek yaygın olmadığı için, annem mısırlar ekilirken diye hatırlar. Bu da Nisan sonu Mayıs başlarına karşılık gelir. Babam, yaşayan 3 erkek ve 2 kız çocuğu olan bir aileden. Babamın babası Molla Mustafa lakaplıymış, kendisi köyün fahri imamlığını yaparmış. Ben doğmadan önce rahmetli olmuş. Babamın annesini görmek ve sohbetlerini dinlemek nasip oldu. Annem ise 2 erkek ve 4 kız kardeşten oluşan bir aileden geliyor. Babası ve annesi ölünceye kadar çiftçilik yaptılar.

Hemen bu yıllardan bir anı anlatır mısınız?

Akçay: Doğduğum gün anne annem, o zaman ki ismiyle “ebem” eve gelmiş. Annemin bana giydireceği bir elbisem yokmuş. Sadece çeyiz sandığından kalan bir parça bez varmış. Anne annem bunu görünce bana tam boy bir elbise dikivermiş. Kendisi de fakirdi. Hatta bunu o kadar benimsemişti ki düğünlerden gelen bir basmayla yeni elbise dikme imkanı olsa içine gizli yama yapardı. Nedenini sorduğumda “Oğlum Fatma Anamız bile yamasız giymemiş bizim neyimize” derdi.

Babam ve annemin bazen bir iki inekleri olur bazen bir iki koyun besler kurbanda satarlardı. İlk yıllarında kütüklerden kereste yaparak geçimlerini sağlamışlar. Umumiyetle gariban ancak huzurlu bir evimiz vardı. İki ablam ve bir abim var. Benim doğduğum yıllarda köye dokuma makinaları da geldi. Biz de bir tane aldık. Köyde elektrik yoktu, suyu mahalle çeşmesinden taşırdık. Misafirliğe giderken bir çıra yakar onun aydınlığında ulaşırdık. Biraz imkanı olanlar “lüks” tabir edilen gazlı lambaları alırdı. Mutluluk içimizdeydi, mutlu ve huzurluyduk, şikayetçi olmadık fakirlik ve yoksulluktan. Sağlıklıydık, keyifliydik, sevdiklerimizle birlikte olmak bizi sorunlarımızdan, sıkıntılarımızdan uzaklaştırıyordu. Allah herkese bizler gibi sıcak ve sevgi dolu, bağlı bir aile yaşamı versin.

Okul Hayatına geçelim. İlkokuldan başlayalım. Nasıldı?

Akçay: Beş yaşına gelince babam beni ilkokula gönderdi. Abim beşinci sınıftaydı. Herhalde onunla beraber okula alışsın diye düşünmüş. Okulda iki sınıf vardı. Birinde 1–2-3’ler, diğerinde de 4–5’ ler okurdu.

Okula başladığım yıl babam da köyün muhtarı oldu. Demiş ki “Köye elektrik, şebeke suyu ve yol getireceğim.” İki yıl muhtarlık yaptı. Hepsini de bitirdi hamdolsun. Bu arada rahatsızlığı da vardı. Kanser demişler. Kimse muhtarlığı bırak da demedi. İkinci yılında rahatsızlığı iyice arttı. 37 yaşında bu dünyadan göçtü gitti.

Annem anlatır. Dozer operatörleri yolu köyün 2–3 kilometre yakınına kadar getirmiş. Burada durmuşlar. Babam “Ne oldu?” demiş. Muhtar mazot bitti, seneye size mazot ayrılırsa devam ederiz demişler. Babam ne kadar lazım demiş. Mazot tankerini göstermişler. Bu dolarsa yeter diye. İki tane öküzümüz vardı. Bahçemizi onunla sürerdik. Yıllarca bize emek vermişlerdi. Babam onları satıp mazot tankerini doldurmuş. Yolun kalan kısmını da yaptırmış. Memlekete helal hoş olsun.

Geriye kalan dört evlattan en büyük ablam evlenmişti. Anneme üç evladı büyütmek ve yuvadan uçurmak düşüyordu. Çok çalışkan kadındı, hala öyledir. Çarşaf dokur, köy yemeği yapar, kadınlara elbise diker, lokum döker, ekmek yapar. Hala da öyledir. 70 yaşını geçti. Yine köyünde ve çalışır.

Diğer kardeşlerim okuyamadı. Evin en küçüğü olarak okumak bana düştü. İlkokuldan sonra başlayan gurbet hayatı, Ortaokul ilçede, lise il de ve üniversite ise İstanbul daydı.

Beş yaşında başlayan tahsil hayatım sonrasında 22 yaşında İstanbul Tıp Fakültesinden tabip olarak mezun oldum. Hem de hiç aralık vermeden.

İş hayatına geçelim?

Akçay: İlk görev yerim torbadan çıktı. İçinde Muş AÇSAP yazıyordu. Arkadaşlara bu ne ki ilk defa duyuyorum dedim. İyidir il merkezindedir dediler. Muş Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Merkeziymiş.

Muşa giderken otobüsteyim. Yol Bingöl Muş arası, TRT FM de bir nağme çalıyor, sanki ayarlamış gibi; “Burası Muştur, yolu yokuştur, giden gelmiyor, acep ne iştir.”

Muşta güzel 1.5 yılım geçti. Köylere giderdik. Camide erkeklere, okulda kadınlara doğuma hazırlık, bebek beslemesi, aşılar, parazitler gibi konularda eğitim verirdik. Burada bir hatıramı anlatmadan geçemeyeceğim. Köyün birinde çimlerin üzerine muayene sistemimizi kurduk. Çocuklar sırayla muayeneye geliyor. Çocuğun birinin kafasında naylon sarılıydı. Sargıyı açtığımda altının kurtçuklarla dolu olduğunu gördüm. Aynı şekilde köydeki çocukların yarısının başı sarılı ve kurtçuk doluydu. Çocukların saçında enfeksiyon olunca hayvan gübresi ile kaplayıp poşet geçirmişler. Bu ve benzeri bilmezliklerle mücadele ettik.

Mecburi hizmetim bitince Denizli’nin Baklan ilçesine tayin oldum. Buradayken evlendim. İlk çocuğumuz 3 aylıkken ihtisas yapmak için tekrar doğuya, Van’a gittik. Beş yıllık ihtisas süresi sonrası Van’da özel muayenehane  açtım. Sonrasında özel kliniğe yönetici ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı olarak girdim. Derken sekiz yıl geçiverdi. Bu arada iki oğlum daha Van’da dünyaya geldi. Doğuda çalıştığım yıllar benim hayata bakış açımdan çok dolu dolu geçti.

Anneme yakın bulunabilmek için Denizli’ye döndüm. 2002 Yılında Honaz Devlet Hastanesine atandım. Burada uzmanlık görevim yanında Baştabiplik te yaptım. 4 yıla yakın çalıştıktan sonra Merkezdeki Servergazi Devlet Hastanesine Baştabip olarak atandım. Hastane yeni yapılmış ve şehir dışındaydı. Hastane personeliyle elele verip Denizli’nin en çok tercih edilen hastanesi konuma getirdik. ISO 9001, İş Sağlığı ve Güvenliği, Müşteri memnuniyeti sertifikalarına sahip olduk. Kurumsal aidiyet, çalışanları işte tutma başarısı, vatandaş memnuniyeti konularında kültür oluşturduk.

Yönetim kongrelerinde Servergazi Devlet Hastanesinin salon ve standları hep ilgiyle izlenir oldu.

3 yıl önce ailemize bir kişi daha katıldı. Böylece dört evlat nasip oldu.

2012 Kasım ayından itibaren de Muğla ili Kamu Hastaneleri birliğine Genel Sekreter olarak atandım.

Genel olarak insanları severim. İnsanları sevmek için neden bulmada iyiyimdir. Zaten bir hekim, özellikle de çocuk hekimiyseniz başka türlü olma imkânınız yoktur.

İhtisası bitirince hastaların memnun olmadığı, hekimlerin de memnun olmadığı bu sistemde çalışamam diye düşündüm. O yıllarda hekim sayısı daha da azdı. Özlük hakları nerdeyse yok gibiydi. Ailenizi geçindirmek isterseniz muayenehane açmak zorundaydınız. Hastaların bir kısmı “Daha iyi tedavi olmak” maksadıyla muayenehaneye giderdi. Bu da benim yapıma tersti. Bir hastaya muayenehanede nasıl davranmak gerekiyorsa hastanede de öyle davranmak gerekir. Bu nedenle özel sektörü tercih ettim. En azından karşılıklı hak hukuk daha az olur diye düşündüm. Honaz Devlet Hastanesine tayin olunca bu düşüncemi, yöneticilik yetkimi de kullanarak, hayata geçirdim. Gelen her acil hastaya müdahale edildi. Ancak acil değilse hasta bir sonraki güne randevu verildi. Servergazi Hastanesinde de aynı şekilde uygulama yaptık. Bir hekim günde 100–120 hastaya nasıl bakabilirdi ki. Hekimlerden günde bakabilecekleri hasta sayısını bildirmelerini istedim. O sayıların üzerinde hasta gelirse alamama yetkisi verdim. Bence ülkemizde hastanecilik hizmetleri sorunlarının başında hala bu gelmektedir. Hoş hekim sayısı yetersizdir, ancak tek neden değildir.

Sevdiğiniz müzik, renk ve yemekler neler?

Akçay: En çok sevdiğim müzik, sessiz bir tepede, hafifçe esen bir rüzgârın çam ağaçlarına çarparak çıkardığı sestir. Abimin çaldığı saz da hoşuma gider. Denizli türkülerini severim.

Muğla Türküleri daha da çeşitli ve güzel. Kerkük Türkülerini de severim. Ama genelde ağlayarak dinlerim. İsyankâr ve boş sözlü müzikleri dinlemem.

Beyaz favori rengim. Tüm renklerin güzel durduğu bir yer vardır.

Kuru fasulye, pilav ve salataya hayır diyemem. Yanık kokulu keçi yoğurdu favorimdir. Yemek yapmayı severim. Çorba hariç her türlü yemeğin tarifini alıp yapabilirim.

Dört oğlum var. En büyüğü üniversiteye hazırlanıyor, en küçüğü de hayatı tanıyor. Eşim öğretmen. Akraba tavsiyesiyle evlensem de sevgimiz Ferhat ile Şirini aratmaz. Hayatım boyunca bana hep destek olmuştur. Allah ondan razı olsun. Kahvaltı yaptırmadan işe göndermez. Evcil bir babayım. Önemli toplantı gibi işlerin dışında akşam ezanından sonra evde olurum. Ailemle vakit geçiririm. Tarih ve macera filmlerini izlemeyi severim.

Nasıl vakit geçirmekten hoşlanırsınız? İş ve aile dışında?

Akçay: Bilgisayar hobim var. Yazılım yaparım, web sitesi tasarlayabilirim. Bunu çalıştığım kurumların lehine kullanıyorum. Geldiğim hastanede bilgi işlem çalışanları çözemedikleri sorun olursa bana getirirlerdi.

Mutluluğumu paylaşırım. Mutsuzluğumu içime atarım.

Belirgin yaptığım bir spor yok. Yürümeyi, yaz mevsiminde dağlara çıkmayı severim. Atlara bayılırım. Hatta atım vardı buraya gelince sattım. Bahsettiğim yerli rahvan atlardan.

Muğla’da yapacak çok işim var. İnsanlarımızın sağlık ihtiyacını, il hudutları içerisinde görebilmesi temel hedefim. Muğla insanı çok cana yakın ve mütevekkil. Diğer illerde olan hizmetleri onlar istemeden getirmemiz gerekiyor.

Yabancı dile meraklıyım. Zamanında Fransızca ve Malayca da çalışmıştım. İngilizce ve Arapça biliyorum. Ülkemizi ve özellikle ilimizi çok seviyorum. Allah herkesin gönlüne göre versin, herkes hak ettiğini yaşar, güzellikler bizimle olsun, gençlerimiz ışığımız, değerini bilelim, eğitimlerine önem verelim, Allah herkesin yolunu açık etsin.

Bize ve okurlarımıza Gürbüz Akçay’ın bilinmeyen yönlerini bütün samimiyetiniz anlattınız ve bize vakit ayırdınız teşekkür eder başarılarınızın devamını dilerim.

Akçay:Asıl ben teşekkür ederim böyle bir fırsatı verdiğiniz için. Ve ben de çalışmalarınızda başarılarınızın devamlı olmasını dilerim.

Bu haber toplam 65 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.