KÖMÜRLÜ TERMİK SANTRALARI NEDEN İSTEMİYORUZ

1. Sanayi devrimi döneminde ortaya çıkan, kömürlü termik santralları, yaklaşık yüzyıldan beri dünyanın bir çok yerinde fosil yakıtlardan elektrik üretmiş ve sanayinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Fosil yakıtlardan petrol ve doğalgaz tükenirken bütün dünya ülkeleri, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmişlerdir. Ayrıca, fosil yakıtlardan bilhassa kömür santrallarının atmosfere salgıladıkları karbon monoksit emisyonu, yer küremiz de atmosferin ısınmasına ve iklim değişikliğine neden olması dolayısıyla, sonunun geldiği, artık, herkes tarafından anlaşılmaktadır.

Ülkemizde, enerji üretiminin tarihi gelişimine baktığımızda, 1914 yılında ilk kömürlü termik santralı, İstanbul Silahtarağa Termik Santralı kurulmuştur. Bundan sonraki, Cumhuriyetin ilk termik santralı ise, Çatalağzı A Termik Santralı, 1946 yılında Zonguldak’ta yapılmağa başlanmış, iki yıl sonra, 1948 yılında devreye alınmıştır. Daha ilerki yıllarda da 1955 yıllarında, Tunçbilek ve Soma Termik santralları, bu termik santrallar karşısında ise, Sarıyer, Hirfanlı, Demirköprü hidroelektrik santraları devreye girmiştir. Böylece, termik santralarla, hidrolik kaynaklar arasında denge bu şekilde sağlanmıştır.

1960 yıllarda, petrol rafinelerinde üretilen fuel-oil in değerlendirilmesi için İstanbul, Anbarlı’da Fueloil termik santralı kurularak, sanayinin artan ihtiyacının karşılanması amaçlanmıştır. 1978 yıllarına gelindiğinde, bir yandan ısıtmada kullanılan kömürün üretiminde ve elektrikteki sıkıntılar dolayısıyla, kömürlerin devletleştirilmesi zorunluluğu doğmuştur. Özel İşletmelerin elindeki büyük kömür rezervlerine sahip olan ocaklar devletleştirilerek, Türkiye Kömür İşletmelerine devredilmiştir.

Bu ocakların faaliyete geçirilmek üzere hazırlıklara başlanmış ve rezerv tesbitinden sonra, tamamı doğu bloku ülkelerine ihale edilerek, Soma, Yatağan, Milas-Sekköy, Milas- Ören, Ankara- Nallıhan, Sivas-Kangal, Afşin Elbistan ve Zonguldak- Çatalağzı B, termik santralları kurulmuştur. Bu kömür santralarına karşılık, sadece Keban Barajı yapılabilmiştir. 1990 yılında, Güney Anadolu Projesi (GAP) çalışmalar başlanmış ve projenin bir kısmı tamamlanarak önemli bir elektrik üretimi sağlanmıştır. Bundan sonraki yıllarda, Muğla- Dalaman Barajı, Aydın-Çine Barajları gibi enerji amaçlı barajlar kurulurken, diğer yandan da doğal gaz santrallarıda devreye alınmıştır.

Muğla’mızda ise, Yatağan’da (3), Milas-Sekköy’de (2), Milas- Ören’de, (3) toplam 8 grup santral yapılmıştır. Halbuki, başlangıçta burada 14 grup yapılması planlanmış ve alt yapısıda buna uygun inşa edilmişti. Türkiye Elektrik Kurumunda (TEK) gelen görevli idareciler bu kadar santralın yapılmasının nama bende kömür işletmesinde görevli bir idareci olarak aynı görüşte olmadığımdan, Milas Belediye Başkanı Sayın Ünal ÇETİN Beye giderek, durumu anlatmış ve siyasi yoldan bunu önlemesini istedim, faydası oldu mu? bilmiyorum ama, santrallar 8 grupta kaldı. Bugün bile, Muğla’da bu kadar hava kirliliği ve çevreye verdiği zararlar dolayısıyla sağlık sorunları artmış ve kanser yaygınlaşmıştır.

Nitekim, Coal Swarm Sierra Club ve Greenpeace tarafından hazırlanan raporda, dünyada kurulması planlanan kömürlü termik santralları sayısında düşüşler yaşandığını ortaya konulmuştur. Kömürlü termik santralları faaliyetleri ilgili olarak, planlamalarda %48, inşaata başlanan projelerde %62 azalmıştır. Çinde ise, lisans başvuruları % 85 gerilemiştir.

Halbuki, Türkiye’de 2017 yılında yapılacak ihalelere göre, 15 yıl alım garantisi ile, başta Eskişehir, Afyon ve Trakya olmak üzere, 13 alanda daha kömürlü termik santral kurmak için hazırlıklar sürmektedir.

Avrupa’nın en büyük kömür ithalatçısı, Almanya bile, termik santralarını kapatarak, yenilebilir enerji kaynaklarına yönelmektedirler. Almanya’dan daha fazla yenilebilir kaynaklara sahip olan ülkemizde, termik santralar yerine, öncelik, yenilenebilir enerji kaynakları olmalıdır.

Kaldı ki, kömüre dayalı çalışan termik santralar, hem çevremizi, hem de havamızı ve sularımızı kirletmektedir. Termik santralar da yakılan kömürlerden oluşan küllerdeki radyoaktif madde dışında, bunlarla birlikte çok daha tehlikeli yaklaşık 140 adet zararlı kimyasal elementlerde açığa çıkmaktadır. Bunların en önemlisi de cıva, arsenik ve selenyum vb. maddelerdir. Ayrıca SO2, NO2, CO gibi gazlarda çevre kirliliği ve insan sağlığı açısından tehdit oluşturmaktadır. Toksin elementlerin dışında havada askıda bulunan partiküllerin solunun yolu ile alınmasının pek çok akciğer hastalığına neden olabilmektedir.

Türkiye’de Çorum ili dışında, diğer 80 ilde hava kirlilik düzeyi Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) kabul ettiği sınırların çok üzerindedir. Dünya Sağlık Örgütü ve kısa adı IARC olan Uluslar arası Kanser Araştırmaları Ajansı’na göre de dış ortam hava kirliliğinin, insanlarda kanser yaptığı kanıtlanmış ve hava kirliliğinin en önemli birleşeni olan partikül maddenin de tek başına kanser yapıcı olduğu ilan edilmiştir.Ayrıca,termik santraların olduğu yerlerde, akciğer kanseri, solunum yolu enfeksiyonları, KOAH, astım, akciğer sertleşmesi,bronşit mik santrve kalp krizi veya kalp yetmezliği gibi hastalıklara da yol açtığı bilinmektedir.

Hava kirliliği sadece hastalıkları arttırmamış, ekolojik dengeleride bozmuştur. Atmosferdeki sera gazı yükünün %30 artmasıyla, dünya’da hava sıcaklığı da 0.8 derece yükselmiştir. Dünya, son 100 yılın en sıcak günlerini yaşamaktadır. Sera gazlarından dolayı meydana gelen iklim değişikliği ile azalan yağışlarla, tarımdan, hayvancılığa kadar pek çok alanda ortaya çıkan zararlar ekonomileri olumsuz olarak etkilemektedir.

Muğla Büyükşehir’inde ise, Yatağan Termik Santralının atmosfere bıraktığı baca gazları ve asit damlacıkları, yakın çevresindeki topraklarda yetişen bir çok ağacı kuruttuğu gibi, 25 km. ötedeki, Menteşe ilçesindeki, Karabağlar Yaylasında yetiştirilen 250 türdeki üzüm bağlarını bile yok etmiştir. Bugün, o yaylada sadece üzüm bağları zarar görmemiş, zeytin ağaçlarının verimliliği de azalmıştır.

Petrolle ilgili aramalarda çok ciddi çalışmalar ise, Cumhuriyetimizin kurulduğu yıldan iki yıl sonra, 1925 yılında başlamıştır. Cumhuriyetle yaşıt olan bu çalışmalar sonucu, ne yazık ki, beklediğimiz ve ümit ettiğimiz miktarda, petrol rezervi bulunamamıştır.

Petrol ve doğalgazda ümitler sönerken, kömürde uzun yıllar kullanabileceğimiz rezervlere sahibiz. Kömür, petrol ve doğalgaz da olduğu gibi, hidrojen , karbon ve oksijenden ibarettir. Bu üç enerji kaynağı, katı, sıvı ve gaz halinden, birbirinin yerine geçebilmektedir. Kömür, hem gaz haline , hem de sıvı hale gelebilmektedir. Ayrıca, metalürji sanayinin ihtiyacı olan kok kömürleri için kömürler kullanılmaktadır. O bakımdan kömürlerimiz, düşük kalorili ve yüksek küllü de olsa, çok değerlidir.

Nitekim, petrol rezervleri olmayan, buna karşılık zengin kömür yataklarına sahip olan Almanlar, 2. Dünya Savaşı sıralarında kömürden, benzin, benzol, nafta ve ağır yağlar, ısıtmada kullanmak üzere, hava gazı üretmişlerdir. Bugün petrokimya tesislerinde, petrolden elde edilen bütün kimyasal maddeler gibi 10.000 den fazla çeşitli ürünler üretilmiştir.

Ülkemizde de, kömürün kimyasal yapısından yararlanılarak, Kütahya’da kurulan Azot Sanayi Tesislerinde, Amonyum Nitrat Gübresi ve Patlayıcı Madde ihtiyacı yıllardan beri kömürden karşılanmaktadır. Pek başarılı olmamasına rağmen, Türkiye Kömür İşletmelerine (TKİ) ait, Kütahya’daki Seydiömer kömürlerinden dumansız yakıt üretilmiştir. Ankara ve İstanbul’da kurulan hava gazı tesislerinde, kömürden elde edilen havagazı ise yıllarca mutfaklarda kullanılmıştır.

2016 yılında, yine TKİ’ de yerli kömürlerinden ‘leonardit’ maddesinden, şampuanlardan, tüy dökücü krem ve cilt maskesine kadar kozmetik ürünleri üretilmiştir. Kömür kimyası ile ilgili çok geç yapılmış bir çalışma da olsa, bu örnek bile kömürlerin önemini ortaya koymaktadır.

Önce doğalgaz, sonra da petrol tükendikten sonra, bunların yerine geçecek başlıca enerji kaynağı kömürdür. Kömür diğer enerji kaynaklarına göre, dünyada ve ülkemizde de daha fazladır. Kömürlerimizi doğrudan termik santralarda yakılarak, %36-44 verimlilikle elektrik üretimi yapmak yerine, kömürün özelliklerine göre, verimli şekilde değerlendirerek çok uzun yıllar, enerjiden kimyasal madde üretimine kadar pek çok üründe yararlanabiliriz.

O bakımdan, yenilebilir enerji kaynaklarımıza öncelik verilerek, ihtiyaçlarımızı buna göre planlayıp, petrol ve doğalgaz ihtiyacımızı kömürlerden karşılayabiliriz.. Böylece, çevre kirliliği ve iklim değişikliğini önlerken, halkın sağlığını korumak için, kendi kaynaklarımızla, kimseye muhtaç olmadan ihtiyaçlarımızı karşılayabiliriz.

Enerji politikalarımızı böyle belirleyip ülkemizin geleceğini de güven altına almak varken, hükümetin ileri gelen yetkililerinin konuşmalarından anladığımıza göre, 15 milyar ton olan kömür varlığımızı, termik santralarında değerlendirilmesi istenilmektedir. Eğer böyle yapılırsa, bu yanlış politika hem çevremize, hem de gelecekte ülkemize ağır bir fatura getirecektir.

O bakımdan, kömüre dayalı termik santraları kurulması, insanlarımızın sağlığını tehlikeye düşürmesiyle, yeni santralar kurulması yerine, yenilebilir enerji kaynaklarından, güneş, rüzgar, hidrotermel, hidrolik, biokütle, biogaz, santrallarını hızla inşa ederek, üretilen elektrik enerjisini en verimli şekilde kullanmalıyız. Kömürlerimizi ise, elektrik üretimi dışında kömür teknolojisini geliştirerek, kömürden elde edilebilecek, benzin, benzol, hafif ve ağır yağlar, havagazı, kok kömürü ve çeşitli kimyasal maddeler üretilmesini sağlamalı ve kömür rezevlerimizi gelecek nesillerimize miras bırakmalıyız.

Bu nedenle, kömürleri verimli kullanılmasını zorunlu bulduğumuzdan, gelececek kuşakları da düşünerek, iklim değişikliği ile ekolojik dengenin korunması için kömür santrallarını istemiyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.