ATOM KARINCA’DAN İNCİLER/ YASEMİN EVREN

Aydın, Denizli ve Muğla illerinde yaşayan halkın, yurdumuzun diğer bölgelerine pek de benzemez konuşmaları. Ufak tefek farklılıklar gösterir sözcük yapıları gerçi. Ancak en belirgin ortak özellik, ismin -i ve -e durumlarının karıştırılmasından kaynaklanan bir hoşluktur.

Uzun yıllar Afyon‘un ilçe ve köylerinde çalıştıktan sonra, Aydın’a gelince bocaladım kısa bir an. Dil öğretmeni olmamın büyük payı var, yöre konuşmalarını çabuk algılamamda. Buna rağmen alışmam zaman aldı çevremde konuşulan dile. Okulda İstanbul Türkçesi ile konuşup, öğrencilerime örnek olmaya çalışıyordum aslında. Yaptıkları ufak tefek konuşma hatalarını anında düzeltmeye düzeltiyordum. Yine de sık sık yanılgılar yapıyorlardı, hem sözlü hem yazılı anlatımda. Sözlü anlatımlarda karşılıklı anlaşıyorduk ama yazılı anlatımlardaki yanılgılarını, yazım hatası olarak kabul edip not kırıyordum, üzülerek de olsa.

Bir yandan öğrencilerime doğru cümleler kurmayı öğretmeye çalışırken, bir yandan da konu komşu ile iletişimdeydim doğal olarak. Diyelim ki öğrencilerimin konuşmalarını düzeltme çabalarım olumlu sonuç verdi. Peki ya mahalle komşularımın elli- altmış yıllık alışageldikleri konuşma biçimlerine nasıl etki edebilirdim ki? Edemedim doğal olarak. Sonunda pes ettim mahalledeki düzeltme çalışmalarına. Ayıplamayın beni dostlar. Kendinize güveniyorsanız birebir yaşadığım şu konuşmayı düzeltin nasıl düzeltirseniz. Ve Allah’ınızı severseniz okuduktan sonra ne anladığınızı bana özetleyin lütfen.

Bir gün, derslerimi bitirmiş olmanın haklı gururu ve sekiz saat derse girmenin aşırı yorgunluğu ile evime doğru yürüyordum. Sol omuzumda, ‘ihtiyaç duyabilirim’ gerekçesiyle elime ne geçerse doldurduğum çantam, omuzumu göçürmüş durumda… Kucağımda günlük plan defterim, ders kitaplarım, ajandam, yazılı kağıtlarım ve bir yığın özel eşyam. Hafif de kamburum çıkmış galiba. Bitkinim… Bir an önce eve atabilsem kendimi… Ilık bir duşun ardından ayakları dikip en az yarım saat yatma hayaliyle güçleniyorum biraz. ‘’Oh! Mahalleme girdim şükür’’ demeye kalmadı

Zeliha komşumla burun buruna geldik. İyi niyetlidir, hoştur, yardımseverdir, çok da beceriklidir falan filan da bir konuşmaya görsün. Makinalı tüfek midir mübarek? Hiç mi yorulmaz? Anlatır da anlatır artık. Bu günkü avı ben oldum büyük olasılıkla. Eyvah ki eyvah! Kırmak da istemem. O halde dinleyecektim elim mahkum. Ve başladı anlatmaya:

‘’Selamün aleyküm hocanım. Maşallah okul bitmiş. E hadi gözün aydın. Nahasın baken? Eyimin? Açcık yorgun görüyon. Heç cannanın gıymatını bilmeyon gadeşim… Sen benim başlarımı gelene bi bilsen gadın gadeşim… Garosmanlan Fadime dün yolda görüvedi bene. Boynumu sarılı sarılıveriyo.

-Ablecim, nezmandır gömeyon gız ben sene. Çok özüledim valla. Neledesin sen?

-Du baken gızım, boğcesin bene!, deye ellerini boyunumdan çözmeye çabaleyon.

-Gadın abılam,valla billa bi gave işmiden govemem, deepduru. Bakdım gurtulamecen;

- Eyi madem, açcık oturuveren, dedim. Evini gittik. Neesem, gavileri yaptı geldi. Çenesi durmeye anecim. Ayaklı gaste gibi… Bi Aşa’yı annediyo, bi Fakmı gadını, bi Güssün’ü. Heç soluk almeyoru. Ben anca ‘’hı… hı…’’ deyebiliyon.

-Gız abıla, duydun mu sen olannara? Dedi bir ara soluklanıp.

-N’olmuş Fadime? Bi yelere çıkımeyonkine gızım ben. Neden duycen? Biri deyiverise anca habarım oluyoru.

-Gadın ablıcezim, hana şu Garaçalı’nın gızı yok mudun? Feride… Akça pakça pek de gözee bi gızdır hana? Cumeyertesi gecesi Aksakalların Amedinen gaçıvemiş. Önüveriste okuyup duruydu deli gız. Bu sene son deyolarıdı. Tokdur olcemiş hemi de. Aklı uçmuş getmiş gızın sığır çobanı Amede… Anası dövünüp duru. Bubasını göömedim emme, sinirden guduruyomuş adam. ‘’Gözüm gömesin, benim öne bi gızım yok. Yeminnen hem ona hem Amed’e furucen’’ deyomuş.

Şindi aldı mı bene bi gülmek hocanım? Fadime şaşırdı, gözlerine belerdivemiş bene bakıyoru.

-Ne gülüpdurun abıla sen deli gibi, deyo, ben açcık daha gülüyon. Zor bela susdum da,

-A gızım, a benim gafasız Fadime’m, esgileri naha unuduvedin gız sen hemen? On beş sene evvelisi sen de gözelim okulunu bırakıp, gaşmadın mı Halil’lene? Örtmen okulunda okuup duruydun. Anan pek hava atıyorudu her yakada. ‘Benim gızım örtmen olcek. Hem ööne güçcük okullada okutmeycek. Gocuman gocuman lisilede okutcek çocuklara’’ deyodun. Sen de az dövündümedin ananı’ deyemedim. Zar zor gaştım elinden ‘ evde işim vaa’ bahanesinnen.

Amaaannn! Bene ne be? Kim ne edese etsin. Eden gendine edee. Herkecin derdi, bene mi gerdi? Ööne dee mi hocanım? Ben de sene yolundan ettim. Kusura galma. Sen kimseynen gonuşmeyon, biliyom vakıdın yok. Ondan dedim. Ben de demezsem hocanım kimden duycek deye… Hade gal sağlıcağınan’’ dedi, sırtımı sıvazladı ve yürüdü gitti Zeliha komşum evine.

Arkama dönüp, hızlı hızlı gidişini izledim elimde olmadan. Aynen konuşması gibi yürüyüşü de hızlıydı Atom Karınca’nın. Ben ona kendimce böyle bir isim yakıştırmıştım yalnız benim bildiğim. Bence Zeliha komşum tam bir Atom Karınca’ydı. Kısa boylu, yemyeşil gözlü, içten, sıcacık, dobra dobra bir kadındı Kırtaklar’ın Zeliha.

Burada her sülalenin garip bir lakabı vardı. Bazı lakaplar sevimliydi ama bazıları oldukça rencide edici takma isimlerdi. Önceki zamanlarda, o aileden birinin yaptığı yanlış, tüm sülaleye maledilir, üstlerine yapışır kalırdı. Ne kadar yüksekokul bitirirlerse bitirsinler, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, yoksullara yardım da etseler, kurtulamazlardı o yaftadan. Kör Hasanlar, Hırsız Omarlar, Gız gaçıranların Yusuf, Öküz öldüren İreyif, Gız Tassin… Acımasız daha nice yakıştırma isimler. Bazen ahlaka ve namusa bile hakaret içeren lakaplarla karşılaşmak mümkün buralarda. Gerçi hemen her yerinde vardır Anadolu’nun bu lakap takmalar. Yöresel alışkanlıklar, öğrencileri de dahi yapar. Okulda sevdikleri öğretmenlere güzel lakaplar uygun görürken, sevmedikleri öğretmenlere de hislerini belirten sıfatları buluverirler ustalıkla.

Zeliha komşumdan ne zaman ayrıldım? Hangi ara evimin kapısına geldim? Hiç anlayamadım böyle düşüncelere dalınca. İlk karşılaştığımda canım sıkılmıştı, çenesine katlanamayacağımı düşünmüştüm komşumun. Ama birden anladım ki, aslında bana iyilik etmiş kendisi de bilmeden... Günün yorgunluğu altında dalgın dalgın yürürken, komşumu dinledikçe gülümsediğimi, biraz dinlendiğimi, hatta epey hafiflediğimi hissettim. Dilime takılan bir şarkıyla girdim kapımdan içeri:

Ufacık tefeciktin / Yem yeşil, yemyeşil gözlerin vardı / Aşkı inkar edişinde bile / Bir güzellik, bir zarafet, bir incelik vardı / Ufacık, tefeciktin / Sevgilim, sende bir başkalık vardı… ( Bu şarkıdaki sevgili sözcüğünün yerine Zeliha’m, sözcüğünü yerleştirerek söylediğimi belirtmeliyim sizlere).

Önceki ve Sonraki Yazılar
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.